Bayram POMAK
Bosna Hersek’te 1992 yılında başlayan savaşla birlikte Saraybosna, Sırp saldırgan güçleri tarafından 5 Nisan 1992 tarihinden itibaren 29 Şubat 1996’ya kadar, yani toplam 1425 gün boyunca kuşatma altında kaldı. Bu süre boyunca şehir, Sırp saldırgan güçlerinin mevzilerinden sürekli olarak ağır bombalamalara ve keskin nişancı ateşine maruz bırakıldı. Kuşatma sırasında 11.500’den fazla sivil öldürüldü; bunların 1.600’den fazlası ise çocuktu.
Kuşatmanın başlangıcından itibaren saldırgan güçler, şehri tamamen kontrol altına alabilmek için birkaç kritik noktadan bölmeye çalıştı. Ancak Bosna Hersek Cumhuriyeti Ordusu, polis ve örgütlü sivil direniş sayesinde Saraybosna’nın stratejik bölgeleri korunarak şehrin düşmesi engellendi.
Her ne kadar aradan 30 yıl geçmiş olsa da bu kuşatmanın yaraları hâlâ kapanmış değil. 2022 yılında Sloven yönetmen Mirko Zupaniç tarafından hazırlanan “Sarajevo Safari” adlı belgeselde ortaya çıkan yeni tanık anlatımları, kuşatmanın bugüne kadar yeterince bilinmeyen bir yönünü gün yüzüne çıkardı. Belgeselde, kuşatma sırasında şehre yurt dışından zengin kişilerin geldiği ve keskin nişancı tüfekleriyle “zevk için” masum insanları hedef alıp öldürdükleri yönünde ciddi iddialar yer aldı. Bu iddialar her ne kadar bugün belgeselle yeniden gündeme gelmiş olsa da aslında çok daha eskiye, hatta savaş döneminin kendisine kadar uzanıyor. Günümüzde bu iddiaların daha güçlü şekilde dile getirilebilmesinin nedeni ise, o dönemde bizzat şahit olan kişilerin artık konuşmaya başlamasıdır.
Konuyla ilgili ilk bulgular, Bosna Hersek askeri istihbaratının 1993 yılında ele geçirdiği bir Sırp askerinden alınan ifadelerle ortaya çıktı. Bu askerin anlatımına göre söz konusu kişiler, “poligonda atış yapan meraklı silah tutkunları” değil; Sırp milislerle anlaşarak şehir içindeki sivillere ateş etmek karşılığında para ödeyen kişilerdi. Askeri istihbaratçı Edin Subaşiç’in aktardığı bilgilere göre her kurban için belirli bir ücret tarifesi bulunuyordu: Kurbanın yetişkin, kadın, çocuk, hamile ya da asker olmasına göre farklı “ücretler” belirleniyordu. Bu sözde “safari”ye katılan katiller özellikle çocukları hedef almayı tercih ediyordu; çünkü diğer kurbanlar artık medyada geniş yer bulmazken, öldürülen çocukların haber olma ihtimali daha yüksekti.
Subaşiç, Bosna Hersek Ordusu’nun istihbarat biriminde görev yaparken bu bilgileri ve tanıklıkları üstlerine ilettiğini, hatta dönemin İtalyan istihbarat servisi SISMI’ye de aktardıklarını ifade ediyor. Yine ona göre SISMI, bazı “hava trafiği güzergâhlarını” inceleyerek bu safarilerin düzenlendiği rotaları tespit etmiş ve bu “turların” son bulduğunu düşünmüştü. Subašić, belgeselde bu iddiaların bir “tahayyül” değil; sorgu tutanaklarına, tanıklıklara ve dönemin istihbarat kayıtlarına dayandığını özellikle vurguluyor.
Bosna Hersek istihbaratının ele geçirdiği bu bilgiler, 1995 yılının Mart ayında İtalyan gazetelerinde yayımlanan çarpıcı bir haberle geniş kitlelere duyuruldu. Haberde, “Bosna Hersek savaşında ortaya çıkan korkunç bir ‘turizm’ biçimi’’ne dikkat çekiliyor ve İtalyan basını, Çetnik güçlerinin “savaş turizmi” adı altında gerçekleştirdiği akıl almaz savaş suçlarını ifşa ediyordu.
İtalyan gazetelerine göre Avrupa’daki bazı havalimanlarından Bosna’ya özel “hafta sonu uçuşları” düzenleniyor; bu uçuşların amacı ise, basının ifadesiyle, “Sarajevo’nun organize şekilde öldürülmesine katılmak” idi. Zagreb’de yayımlanan Vjesnik gazetesi, Roma muhabiri Besker’in 1995’te yayımladığı haberine dayanarak, belirli Avrupa havalimanlarından Bosna’ya düzenli olarak “özel savaş uçuşları” gerçekleştirildiğini ve bu uçuşlara katılanların, “görmek istedikleri şeyleri izlemek ve ardından geri dönmek için para ödediklerini” yazdı.
Haberde, “bugüne kadar duyulmuş en korkunç savaş turizmi türü’’nden söz ediliyor; bunun yalnızca bir macera ya da adrenalin arayışı olmadığının, aksine tam anlamıyla bir insanlık çöküşü olduğunun altı çiziliyordu. Zira bu “turistlerin” Sarajevo’nun çevresindeki keskin nişancı mevzilerine götürüldüğü, burada yaşlılara, kadınlara ve çocuklara açılan ateşi izledikleri ve hatta para karşılığında bizzat bu saldırılara katıldıkları aktarılıyordu.
Benzer şekilde, İtalyan gazetesi Corriere della Sera da söz konusu varlıklı “turistlerin” yalnızca çatışmaları izlemekle kalmadığını; el bombası fırlatıcıları kullandığını, saldırılarda aktif rol aldığını ve hatta keskin nişancı olarak sivilleri hedef aldığını yazdı. Gazeteye göre, bu kişiler cephe hattındaki yüksek noktalardan kadınlara, çocuklara ve su taşımaya çalışan sivillere ateş açıyor; şehir, “insanların canlı hedef olarak kullanıldığı bir atış poligonuna’’ dönüştürülüyordu.
1995 yılında basına yansıyan bu bilgilerin ardından, 2007 yılında eski Yugoslavya’daki savaş suçlarına ilişkin Lahey Mahkemesi’nde ifade veren Amerikalı itfaiyeci John Jordan da benzer gözlemler aktardı. Jordan, Saraybosna’da görev yaptığı dönemde “yerli olmadıkları belli olan kişiler’’ gördüğünü belirtti. “Kıyafetlerinden, taşıdıkları silahlardan ve hareket tarzlarından yerli olmadıkları çok açıktı. Onları yerel kişiler yönlendiriyordu; adeta rehber gibiydiler’’ dedi.
Dönemin yargıcı Patrick Robinson, Jordan’a yerel savaşçılar ile yabancıları nasıl ayırt ettiğini sorduğunda şu yanıtı aldı:“Evet, detayları gözlemlemek üzere eğitimliyim. Bu insanların bilmedikleri bölgelerde ellerinden tutulup gezdirildiği açıkça görülüyordu.”Jordan, yabancı keskin nişancıların kıyafetlerini de şu şekilde tarif etti:“Üzerlerinde hem sivil hem askeri kıyafetlerin karışımı vardı. Ancak onları asıl ayıran şey silahlardı. Yerel savaşçılar belirli silah modelleri kullanıyordu fakat bu yabancılar, daha çok av tüfeklerine benzeyen, Schwarzwald’da yaban domuzu avında kullanılan tüfeklere benzer silahlar taşıyordu. Şehir savaşına uygun değildi; ortama yabancı, amatör ama tehlikeliydiler.”
İddialara göre bölgeye gelen yabancı keskin nişancılar önce Belgrad’a iniş yapıyor, ardından buradan alınarak ya helikopterle ya da kara yoluyla Saraybosna çevresindeki mevzilere gönderiliyordu. İnsanların bu zamana kadar neden konuşmadığı sorusuna ise Bosnalı eski istihbaratçı şu sözlerle açıklık getiriyor:
“Bugün bile bazı tanıklar, Sırp güvenlik servislerinin baskısı nedeniyle sessiz kalıyor.”
Aynı istihbaratçı, Belgrad’dan Saraybosna’ya “avcıları” taşıyan Sırp bir pilotun, Sırp İstihbaratı BIA ajanları tarafından ailesiyle tehdit edildiği için ifadesini geri çekmek zorunda kaldığını belirtiyor.
2022’de Miran Zupanič’in Sarajevo Safari belgeselinin yayımlanmasının ardından filmdeki iddialar, özellikle İtalya’da büyük yankı uyandırdı. Belgeselde, bazı İtalyan zenginlerinin 1992–1996 Saraybosna Kuşatması sırasında para karşılığında Sırp keskin nişancı mevzilerine götürüldüğü ve burada sivillere ateş ederek “eğlence” yaşadıkları iddia ediliyordu. Bu iddialar İtalya’da infial oluşturdu ve Milano Başsavcılığı 2023 yılında resmî bir ön soruşturma başlattı.
Son raporlara göre Milano Savcılığı henüz: Şüpheli isimleri açıklamadı, Resmî bir iddianame hazırlamadı. Çünkü, olay 30 yıl önce farklı ülkelerde gerçekleştiği için: kanıt toplama zor, arşivlere erişim sınırlı, tanıklar yaşlı veya vefat etmiş durumda.
Savcılık, Sırbistan ve Bosna-Hersek’ten resmî yardım istedi ancak: Bosna Devlet Mahkemesi, Sırbistan Savcılığı henüz net belge paylaşmadı. Sırbistan’ın iş birliği sıfıra yakın. Belgeselden elde edilen materyaller dosyaya eklendi Savcılık, Zupanič’ten: Ham video kayıtları, Tanıkların kimlik bilgileri ve durum raporları talep etti.
Tüm bu sürecin içerisine Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç’in adı da karıştı. Hırvat araştırmacı gazeteci Domagoj Margetić, Milano Savcılığı’na Vuçiç hakkında suç duyurusunda bulundu. Gazetecinin iddiasına göre savaş döneminde yabancı keskin nişancılar ve aşırı milliyetçi birlikler, Saraybosna çevresindeki mevzilere gelerek para karşılığında silahsız sivillere ateş açıyordu. Margetić, o dönemde genç bir gönüllü olan Vuçiç’in de bu mevzilerden birinde bulunduğunu öne sürüyor.
Benzer şekilde Sırp avukat Čedomir Stojković de bu iddiaların yalnızca İtalya’da değil, Sırbistan’da da soruşturulması gerektiğini belirterek Organize Suçlarla Mücadele Savcılığı’na resmî soruşturma talebi sunacağını açıkladı.
Bu iddialar hakkında konuşan Vuçiç ise bunları “iğrenç uydurmalar” olarak nitelendirdi. Vuçiç:“Kimseyi öldürmedim, kimseyi yaralamadım ve hayatımda böyle bir şey yapmadım. Hayatım boyunca keskin nişancı olmadım.”
diyerek, tüm bu iddiaların kendisini “canavar ve duygusuz bir katil gibi göstermek” amacıyla yürütülen bir karalama kampanyasının parçası olduğunu savundu. Ayrıca, söz konusu suçlamaların —kendisine göre Sırbistan’ın siyasi baskı altında olduğu— “kritik bir dönemde” ortaya çıkmasının dikkat çekici olduğuna vurgu yaptı.
Vuçiç son olarak, Guardian, Daily Mail ve kendisini “Saraybosna Safarisi” iddialarıyla ilişkilendiren diğer medya kuruluşlarına karşı uluslararası avukatlar tutarak dava açacağını da açıkladı.
Tüm bu iddialar, Saraybosna Kuşatması’nın yalnızca askeri bir abluka değil, aynı zamanda insanlığın en karanlık yönlerinin sahnelendiği bir trajedi olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Üzerinden onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, hem kurbanların hem de şehrin belleğinde açılan yaralar hâlâ kapanmış değil. “Saraybosna Safarisi” etrafındaki tartışmalar, savaş suçlarının zaman aşımına uğramadığını, gerçeklerin er ya da geç su yüzüne çıkma gücüne sahip olduğunu ve adalet arayışının hâlâ devam ettiğini gösteriyor. Bugün ortaya çıkan tanıklıklar, yalnızca tarihin karanlık bir sayfasını aydınlatmakla kalmıyor; aynı zamanda insanlık adına bu tür suçların bir daha asla tekrarlanmaması için kolektif bir hafızanın korunması gerektiğini hatırlatıyor.
