Malik HASA
Yıl 2002 idi. Türkiye’ye daha yeni gelmiştim. Daha yeni Türkçe öğrenmek için haberleri izlemeye ve okumaya çalışıyordum. Tabii o zaman Türkiye’de iyi haber okumak veya izlemek pek de mümkün değildi… Televizyonda “AK Parti seçimleri kazandı” diye izesem de tuhaf geliyordu, zira tüm ekranlarda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan boy alırken diğer yandan Hükümetin Abdullah Gül tarafından kurulduğu söyleniyordu. Bu kafa karışıklığımı gidermek için de sınıfa girdiğimde hocama bunun nedenini sordum, o da “Bunu anlatmak çok zor! Burası Türkiye!” derdi hep.
Bir yıl kadar sonra okumaya hak kazandığım Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki ilk ders günümde fakülte girişinde peruk takıp da giren bir kaç kız öğrenci görmüştüm. Bu kez şaşkınlığım iyice arttı, Türkiye’yi tanımak için okumaya başladım. Okudukça da tanıdım, tanıdıkça ise daha çok merak ettim, kafamda daha çok soru işareti belirledi.
1960 yılında yaşanan darbe sırasında dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Adnan Menderes’in vatan haini ilan edilerek idam edildiğini öğrendim. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ise görevi başındayken zehirlendiği ve vefat ettiğini de öğrendim. Yıl 1971’e geldiğinde ordunun Hükümeti istifaya zorladığını okudum. 1980 yılında ise ordu yine darbe yapmış, 1997 yılında ordu yine Hükümeti istifaya zorladı, son muhtıra ise 2007 yılında yaşandı.
Aslında okudukça farketttim ki Türkiye’de sürekli Hükümete karşı olan bir ordu yoktu. Sadece ordu içinde bulunan bazı kişiler, dış güçlerden ya da dayandıkları güçten aldıkları emirleri uyguluyordu! Belliydi Türkiye’yi engellemeye çalışanlarının, Türkiye’nin gelişmesini ve ilerlemesini hazmedemeyenlerin olduğu! Yıllar geçti ve eğitimimi tamamladığımda 2011 yılında vatanıma döndüm, ama bu dönüşümde artık Türkiye’yi iyi tanıyordum, Türkiye’de olup bitenleri daha iyi kavrayabiliyordum. Ancak Türkiye’de lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi almış olmam, Türkiye’yi de iyi tanımam ülkemde iş sahibi olmama yardım etmedi. Neden mi? Doğru soru şu olacak: Bir tek ben mi okuduğum alanda helal kazancı gözeterek iş sahibi olmadım? Hayır, benim gibi niceleri vardı, hâlâ var. Bunun sebebi de Türkiye’nin bir zamanlar kabulüne göre dış dünyada kendisini her açıdan temsil edecek ve bunu yapmak için ise her alanda nüfuz kazanacak, bugün bizim FETÖ Terör Örgütü olarak tanıdığımız örgüttü, o örgüt ki gerçekte tam 40 yıldır Türkiye’yi içten ve dışarıdan yiyip bitirmek için canla başla çalışan, bu yolda her şeyi mübah gören ve her türlü fedakârlığı göze alan bir örgüt.
Ama Allah büyüktür, kimlerin fesat çıkaracağı elbette önceden bilir ve bu fesatları boşa çıkarmak için de araçlar kılar, vesileler kılar, imkânlar yaratır. Şükür ki bu yüzden Türkiye’de halkın tamamı bu örgüte gönülden bağlanmış değildi. Örgütün ne denli tehlike arz ettiği ve artık ne kadar korkunç boyutlara ulaştığını bilen biri de Anadolu Ajansı’nda Arnavutluk temsilcisi olarak göreve başlamama vesile oldu. 2013 yılında başladığım bu görevde iyi bir çalışma ekibi ve ortamı kurduktan sonra AA’nın Arnavutça servisini kurmam nasib oldu, böylece Anadolu Ajansı gibi müstesna bir kurumun birikimini ve deneyimini Arnavutluk, Kosova ve Kuzey Makedonya başta olmak üzere dünya genelinde yayılmış tüm Arnavutlara aktarma fırsatımız oldu.
Görev boyunca malum örgütün bu çalışmalarımıza duyduğu rahatsızlığını her türlü hissettik, yaşadık, kurulan baskıya ve engelleme çalışmalarına birebir şahit olduk. Neyse ki 2013 yılından itibaren devlet kurumları içinde bu büyük tehlikeyi sezen ve olabildiğince önlem alanlar vardı, bu da bizim en büyük desteğimiz oldu. Yoğun geçen çalışma yıllarından sonra tarih 15 Temmuz 2016’ya geldiğinde rütin bir çalışma içerisindeydik, günün gündemleri, özel haberleri, öncelik verilen konular belliydi. Daha yeni işimden dönmüştüm ki bir şeylerin ters gittiğini sosyal ağ paylaşımlarından ve belirsizlik havasından anlamıştım, belli ki olağandışı bir durum söz konusuydu, ancak olup bitene tam isim veremiyordum.
Akşam saat sekiz olmadan ajans ve kurum içinden gelen yazışmalar hain kalkışmasının ilk işaretlerini gösteriyordu, tarih tekerrür ediyordu, tek temennim bu kalkışmanın öncekilerin tersine başarısızlıkla sonuçlanmasıydı. Ajanstan arayıp endişeli bir ses tonuyla bir takım gelişmelerin yaşandığı ve bekleme halinde olmam gerektiğini söylediklerinde aklıma binbir şey geliyordu. Önce Suriye sınırında yeni bir savaşın zuhur olabileceği aklıma geliyordu, darbe konusunda ise kendi kendime derdim ki Türkiye’nin sınırlarında bunca sıkıntı yaşanırken ordu kalkıp da darbe yapacak değil ya? Hele ki herkesin yaz tatilinde olduğu bir dönemde, hatta en önemlisi bir Cuma akşamında darbenin yapılabileceği fikri bile akıllara zarardı.
Köprüdeki hareketlilik görüntüler ulaştığında ise artık resim belirmeye başlandı, tahmin ettiğim gibi ordunun içinde temizlenmeyenler ve örgütün kirlettikleri devlete ve hatta tüm millete bile baş kaldırmıştı. Ama yine de kafamda bir şeyleri oturtamıyordum. Okuduklarıma göre önceki darbeler sabaha karşı yapılırdı, o günde Türkiye bambaşka, her şeyin tepetaklak olduğu bir sabaha uyanırdı. Şimdi ise sıcak bir günün akşam saatlerinde başlamış her şey. Beynim zonkluyordu, türlü türlü senaryolar, ihtimaller aklıma geliyordu, aklım allak bullak olmuştu. Ama artık darbe olduğundan emindim, bu düşüncelerimi de Türkiye’deki dostlarımı arayıp söyledim ama çoğuna inandıramadım, bir tanesi ise zihnimdekileri teyit edince beynimden vurulmuşa döndüm. Emindim, biliyordum, ama yine de inanılır gibi değildi. Akşam dokuz sıralarında ofise gittim, her şey oradan takip etmeye başladım. Arnavutluk’tayım, Tiran merkezindeki ofisimdeyim, ama gelen görüntülerle birlikte en az o gece İstanbul’da, Ankara’da olanlar kadar tedirgindim, dua ediyordum durmadan, Rabbime yalvarıyordum, Türk devleti ve milleti zeval görmesin, hainlerin sinsi emelleri boşa çıksın diye. Hatta birilerinin AA’nın Tiran Ofisi’ne baskı düzenleyebileceğini dahi düşündüm.
Yoğun bir haber akışı yaşandı, bir kaç saatlik süre içerisinde kaç haber yayınladığımızı ben bile hatırlamıyorum.
Diğer tüm medyaların ise AA’nın haberlerini olduğu gibi alıp yayınlamalarından şaşırmıştım. Normalde yerel medyalar gece dokuza kadar en fazla haber akışını yeniler, yeni haberler yayınlar. Yeni haberler ancak ertesi gün en erken sekizde başlardı. O gece ise tam tersi oldu, sanki darbenin olacağını önceden binlerce insan biliyordu gibi, hatta darbenin başarılı olacağından o kadar emindi ki ertesi gün medyalarda gazetelerde boy boy yer alacak haberler önceden hazırlanmıştı bile. Plan detaylı bir şekilde yapılmış, belli, ancak Allah’ın gücünü unutmuşlar, hain tuzakları nasıl boşa çıkarabildiğini hesaplamamışlar.
Türkiye’de medyanın büyük bir kısmında “Erdoğan kaçtı”, “Türkiye’de ordu yönetime el koydu”, “Erdoğan rejimi bitti”, “Erdoğan hangi ülkeye kaçtı?”, “Gelenek bozulmadı. Erdoğan’ı ordu kovdu” gibi manşetler vardı. Darbe girişiminin ilk saatlerinde bu gibi manşetler olunca Arnavutluk’taki FETÖ köpekleri de belli ki rahat bir uykuya daldılar, nasılsa bu iş bitti diyerek zafer kutlama hazırlıklarını düşünmeye başladılar.
Gece saatlerinde Erdoğan’ın millete çağrısıyla her şey farklı bir yön alınca bazı medyalar milletin sevincini ve birliğini haykırırcasına “Darbe sona erdi”, “Darbe girişimi başarısız oldu”, “Millet vatana sahip çıktı” gibi manşetler atarken sabah saat sekiz sıralarında ise medya editörlerinin mesaisi başlayınca bu kez bir “medya darbesi” başladı, bir kaç dakika içinde, en fazla yarım saat içinde her şey tam tersine dönmeye başladı, bu kez Erdoğan’ı ve Türk milletini kötüleyen, karalayan, yerden yere vuran ve aşağılayan yazılar yayınlandı. Başarısızlığın acısı bu kez de medya ayağında çıkarılıyordu. Dünya genelindeki medyalarda büyük bir titizlikle yerleştirilen yüzlerce, belki de binlerce gazeteci Pensilvanya’nın emirlerine boyun eğerek Türkiye’de olup bitenleri tamamen gerçeği yansıtmayacak şekilde aktarmaya başladılar.
Sadece 16 Temmuz sabahında değil, bir kaç hafta, hatta bir kaç ay boyunca bu nefret ve kin dolu yazılar, mağlubiyeti sindiremeyen yazılar yayınlandı, bunun için de güçlü sponsorluk yapıldı. Bu tarz haberler bitti mi peki? Hayır, bitmedi, bitmeyecek de, tam da hak ve batıl arasındaki mücadelenin bitmeyeceği gibi.
Darbe akşamının sabahı, o uzun, bitmek bilmeyen, dünyadaki milyonlarca Müslümanın dualar okuduğu, Kur’anlar okuduğu, göz yaşları döktüğü, binlerce imamın minarelerden salalar okuduğu o akşamın sabahında Arnavutluk’taki Türk devlet kurumlarında da hareketlenmeler başladı. Zaman, safları belirleme zamanıydı, akla karanın belirleneceği zamandı. Anadolu Ajansı’nın Tiran Temsilcilik Ofisi’nin başında bulunan biri olarak her an başıma her şey gelebilirdi, ama her şey değerdi, her şeye razıydım. Zor bir zamanda Türkiye’nin, Türk devletinin ve Türk milletinin yanında olmamın mutluluğu içerisindeydim. Hem mesele ben değildim, Anadolu Ajansı da değildi, hatta Erdoğan bile değildi, mesele Türkiye idi. Allah Türkiye’ye, Türk devletine ve milletine bir daha böyle acılar yaşatmasın, bir daha böyle hainlerle sınamasın inşallah…