30 YILDA DEĞİŞMEYEN GERÇEK: SREBRENİCA’DAN GAZZE’YE İNSANLIĞIN YOK SAYILAN ÇIĞLIĞI

Bayram POMAK

1995’te Srebrenica’da yaşanan soykırımın oluşturduğu adalet boşluğu hâlâ dolmadı. Bugün Gazze’de sahnelenen yok etme siyaseti, cezasız kalmış bir suç geleneğinin devamı olarak okunuyor. Bayram Pomak bu yazıda, “Srebrenica’da ne oldu?” sorusuna cevap veriyor ve soykırımların tekrarını mümkün kılan uluslararası düzeni sorguluyor.

30 yılda değişmeyen gerçek: Srebrenica’dan Gazze’ye insanlığın yok sayılan çığlığı

Bu yıl Srebrenica Soykırımı’nın 30’uncu yılını anıyoruz; ne var ki yaralar hâlâ taze. Geçen 30 yılın ardından bile, katliamda hayatını kaybeden 8372 Boşnak’tan yalnızca 6765’inin kimlikleri tespit edilip naaşları defnedilebildi.

1000’in üzerinde kurban hâlâ bulunmayı bekliyor. Birçok aile, yakınlarının kalıcı bir mezarı olsun ve bir Fatiha okuyabilsin diye sabırla cenazelerin DNA sonuçlarını beklerken; umutla bekledikleri günleri göremeden, evlatlarının kalıntılarına kavuşamadan hakkın rahmetine kavuşan anne, baba ve kardeşler oluyor.

Bu denli büyük bir trajediyi derinleştiren bir diğer acı gerçek de sorumluların tam olarak hesap vermemiş olması. Uluslararası mahkemelerde yargılananlar olsa da birçok katili hâlâ adalet önünde hakkıyla yargılanmış saymak mümkün değil.

Bu da ailelerin ve toplumsal vicdanın yaralarını yeniden kanatıyor.

Bosna Savaşı’nın (1992-1995) en korkunç dönemi, Müslüman Boşnaklar’ın maruz kaldığı sistematik katliamlarla karakterize edildi; Srebrenica Soykırımı ise bu zulmün doruk noktasıydı.

Gerçekleri ve ahlakî sorumluluklarımızı tam olarak kavrayabilmek için, katliamın işlendiği tarihsel süreci ve coğrafi dinamikleri yakından incelemeliyiz.

Srebrenica neden seçildi? Bölgenin Sırp stratejileri açısından önemi neydi?

Bu soruların yanıtı, yaşananları “anlamak” değil, bir daha asla “tekrar” dememek adına hayati önemde.

Savaşın ilk yılında, 1992’de kendini “Sırp Cumhuriyeti” olarak ilan eden meclis, Drina Nehri vadisinde kesintisiz bir koridor oluşturmayı, yani Bosna’daki “Sırp Cumhuriyeti” ile Sırbistan arasındaki doğal sınırı ortadan kaldırmayı stratejik öncelik olarak belirledi.

Bu doğrultuda, “Srebrenica Katili” olarak anılan Komutan Ratko Mladiç, aynı yıl 4 numaralı direktifi imzaladı. Direktifte, “Düşmana (Müslümanlara) mümkün olduğunca ağır kayıplar verdirilsin ve Zepa ile Gorazde bölgelerinden göç etmeye zorlanmaları sağlansın” talimatı yer alıyordu.

Uluslararası toplumun tepkisi de gecikmedi. 16 Nisan 1993 tarihli ve 819 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, Doğu Bosna’daki Sırp paramiliter güçlerinin eylemlerini resmen “soykırım” olarak nitelendirdi ve Sırbistan’dan derhal tüm önlemleri alarak soykırımı durdurmasını talep etti. Aynı karar metni ayrıca Srebrenica’yı uluslararası koruma altına alarak bölgenin güvenliğinin sağlanmasını öngördü.

Bu bölgeler BM tarafından koruma altındaydı ve UNPROFOR’a bu bölgelere insani yardım ulaştırma izni verilmişti; 819 sayılı Karar uyarınca “korunan bölge” statüsündeydiler. Zamanla “güvenli bölge” tanımı yerini “BM tarafından korunması gereken güvenli alan” ifadesine bıraktı ve bölgeye kara birliklerinin konuşlandırılması planlandı.

Ne var ki bu alan, belirsiz bir “güvenlik seviyesi” kriterine tabi tutulmuş, bu kriterin içeriği netleştirilmemişti; bu da Srebrenica’nın savunmasız kalmasına yol açtı.

BM Güvenlik Konseyi’nin Nisan 1993 toplantısında Venezuela temsilcisi Diego Arria, BM Savcılığı’na verdiği tanıklıkta şunları söyledi:

“Srebrenica’yı ziyaret ettiğimde, ölüme terk edilmiş bir toplulukla karşılaştım. Tarihte ilk kez, kasten yok edilmek amacıyla kuşatılmış bir bölge oluşturulmuştu.”

Arria’nın bu ifadesi, Srebrenica’daki etnik temizliği ve BM’nin ihmalkârlığını açıkça gözler önüne serdi.

BM Güvenlik Konseyi, 16 Nisan 1993’te Srebrenica’yı “güvenli bölge” ilan etti. Ardından 7 Mayıs 1993’te kabul edilen 824 sayılı kararla ZepaGorazdeTuzlaSaraybosna ve Bihaç da bu listeye eklendi.

Bu adımların amacı, Sırp ordusunun askerî saldırılarına karşı bu yerleşimleri korumak ve Bosna’daki Sırp bölgeleriyle Hırvatistan’daki Sırp topraklarını birbirine bağlama stratejisini kesintiye uğratmaktı.

Buna rağmen, ilan edilen “güvenli bölge” tanımı sahada hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanmadı. 1995 yazında, Srebrenica’ya 6 kilometrelik bir çevre içinde kalıcı koruma sözü verilmiş olmasına rağmen, Sırp silahlı güçleri bölgeyi işgal etti.

Kadınlar ve küçük çocuklar ayrı yere gönderilirken; 10-13 yaşlarındaki erkek çocuklar ile ergen yaştaki genç erkekler, yetişkin erkeklerle birlikte infaz edildi.

Tüm bunlar, Birleşmiş Milletler’in “korunması gereken güvenli alan” ilan ettiği bir yerde yaşandı. Srebrenica’nın trajedisi, “güvenli bölge” kavramının ve uluslararası koruma mekanizmalarının ne denli yetersiz kaldığını acı bir şekilde gözler önüne serdi.

Uluslararası Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi’ne (ICTY) sunulan belgeler, Srebrenica’nın çöküşünü ayrıntılarıyla ortaya koydu. Özellikle 16 Nisan tarihli “Drina Operasyonlar Direktifi”nde, Bosna Sırp Kuvvetleri Lideri Radovan Karadžić’in Doğu Bosna’daki askeri hedefleri açıkça tanımladığı görüldü.

Direktifte, Srebrenica ve Žepa nüfusunun yaşam koşullarını sürekli savunmasız bırakıp çaresizliğe iterek hayatta kalma umutlarını kırmak ve fiziksel yok etme amacını gütmek, temel strateji olarak yer alıyordu. Ayrıca, UNPROFOR birlikleri geri çekildiğinde, Drina Kolordusu Komutanlığı’nın “Jadar” kod adlı operasyonu başlatarak bu bölgeyi ele geçirme ve Müslüman halkı tamamen bölgeden çıkarma planı detaylandırılmıştı.

Planlandığı gibi, 6 Temmuz 1995’te Sırp güçleri Srebrenica’ya yeni bir saldırı düzenledi; üç gün sonra, 9 Temmuz’da şehre girmiş oldular. Silahlarını BM güçlerine emanet eden Boşnak siviller tamamen savunmasız kaldı ve saldırıya direnemedi.

11 Temmuz 1995’te Sırp Ordusu Komutanı Ratko Mladić Srebrenica’ya girerek “Srebrenica artık Sırp’tır” dedi ve “Türklere karşı intikamın alındığını” ilan etti. Şehir, birkaç gün içinde en az 8.372 Boşnak’ın acımasızca katledildiği bir katliama sahne oldu.

İlk olarak toplu mezarlara gömülen kurbanlar, savaş sonrasında izlerin yok edilmesi amacıyla ikincil ve üçüncül mezarlara taşındı. Bu nedenle günümüzde toplu mezarlardan çıkarılan cenazelerin çoğunun beden bütünlüğü bozulmuş durumda.

Şimdiye kadar 90’dan fazla toplu mezardan çıkarılan kalıntılar, aileleri tarafından kalıcı mezarlara gömülüyorlar. Her yıl 11 Temmuz’da düzenlenen anma törenlerinde, bu yıl da 7 soykırım kurbanı toprağa verilecek.

Srebrenica soykırımı, Uluslararası Adalet Divanı, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Bosna-Hersek mahkemeleri tarafından “soykırım” olarak tescillendi. Bu suçla ilgili 54 kişi yargılandı ve toplamda 781 yıl hapse mahkûm edildi; bunlardan altısı müebbet hapis cezası aldı. Ayrıca, 23 Mayıs 2024’te BM Genel Kurulu, 11 Temmuz’u “Srebrenica Soykırımını Anma Günü” ilan ederek katliamı resmen tanıdı.

Bu katliam, tesadüfi bir şiddet eylemi değil; büyük bir projenin parçasıydı. Arkasında kapsamlı lojistik destek, titizlikle hazırlanmış planlar ve sistematik bir imha programı vardı.

Amaç yalnızca insanları yok etmek değildi; bir toplumu sindirmek, korku ve çaresizlik hissi yaratarak o millete ait tüm izleri silmekti. Çünkü Srebrenica ve çevresi, “Büyük Sırbistan” ideali doğrultusunda Bosna’daki Sırp Cumhuriyeti ile Sırbistan’ı birleştirme çabalarının en büyük engelini oluşturuyordu.

Bu engelin ortadan kaldırılması, hem kendini ilan eden Sırp Cumhuriyeti’nin siyasi ve askerî liderliğinin hem de Belgrad rejiminin doğrudan kontrolü ve desteğiyle planlandı ve uygulandı.

Srebrenica, dünya tarihinin gözleri önünde gerçekleşmiş, “sadece farklı inançlara sahip” insanlar yüzünden sistematik bir soykırıma maruz kaldığı trajik bir örnektir.

Ne yazık ki, 1995’te “Bir daha asla” denmesine rağmen, insanlık dersi alınmadı ve sonraki yıllarda farklı coğrafyalarda yeni katliamlar, yeni soykırımlar yaşandı.

Bugün Gazze’deki acılar, Srebrenica’dan sonra insanlığın sınavının ne denli ağırlaştığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Srebrenica’dan sonra bile “dünya sınıfta kaldı”; bu yarayı sarmak ise hala vicdanlarımızın öncelikli görevi.

Aradan 30 yıl geçmesine rağmen, asıl korkutucu olan Sırpların bu trajediden hiçbir ders çıkarmamış olmasıdır. Sırbistan yönetimi, soykırımı kabul etmek, bu suç ideolojilerinden vazgeçmek ve savaş suçlularını iade etmek yerine “kahraman” portreleri yarattı.

Bosna-Hersek hâlâ gergin ve kırılgan bir coğrafya. Sırp gruplar ayrılıkçılık şarkıları söylemekten, Müslüman Boşnakları açıkça tehdit etmekten geri durmuyor.

En küçük kıvılcım bile yeniden büyük yangınlara yol açabilir. Bu nedenle, Müslüman Boşnaklar geçmişin acı derslerini unutmadan; özellikle olası bir çatışma anında Uluslararası topluma körü körüne güvenmenin tehlikelerini bilerek hareket etmelidir.

Tarih, gafletin bedelini ağır ödetmiştir.

Aliya İzzetbegoviç’in sözü ne kadar gerçek:

“Unutulan soykırım, mutlaka tekrarlanır.”

Ilgili Haberler