Dr. İdlir Lika
Trump yönetimi, 4 Eylül’de Beyaz Saray’da Kosova ve Sırbistan arasında -en başından beri çarpık bir yapıda olagelen- normalleşme sürecini bir sonuca bağlamak kastıyla iki ülkenin heyetlerine ev sahipliği yaptı.
Trump yönetimi, 4 Eylül’de Beyaz Saray’da Kosova ve Sırbistan arasında -en başından beri çarpık bir yapıda olagelen- normalleşme sürecini bir sonuca bağlamak kastıyla iki ülkenin heyetlerine ev sahipliği yaptı. Oval Ofis’te düzenlenen gösterişli imza töreninde Sırbistan ve Kosova, bir dizi taahhüde imza koyarak münasebetlerini “ekonomik normalleşme” ekseninde ilerletmeyi kabul etmiş oldular.
Oval Ofis’te imzalanan şey açıkça Trump’ın yeniden seçim amaçlarına hizmet etmeye matuf kısa vadeli bir hedefe sahip ve Beyaz Saray’ın Kosova-Sırbistan diyaloğunu ilerletme yönünde uzun vadeli yahut herhangi bir taahhüdünü yansıtmıyor.
Ne var ki her iki tarafın da imzaladığı tek bir belge yoktu; Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ve Kosova Başbakanı Avdullah Hoti iki ayrı belge imzaladılar. ABD’nin her iki belgeye de imza atmamış olması ise aynı derecede mühim bir husus. Kısacası, Oval Ofis’te imzalanan şey ikili bir anlaşma değildi. İki belgenin içeriğini incelediğimizde, mesele etmemiz gereken birkaç nokta daha buluyoruz.
“Önce ekonomi, sonra siyaset” mantığı hatalı
Gerek Kosova gerekse Sırbistan, iki ülke arasındaki demiryolu ve otoyol bağlantılarını artıracak ve bu altyapıyı Adriyatik’teki derin bir deniz limanına bağlayacak (daha önce 14 Şubat 2020’de imzalanan) bir dizi anlaşmayı uygulamaya koyma konusunda mutabık kaldılar. Dahası, her iki taraf da, küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) ve -herhangi birini açıkça belirtmeksizin- ek ikili projeler için gerekli kredilerin sağlanmasını “faaliyete geçirmeye” yönelik mutabakat anlaşmaları konusunda ABD ile birlikte çalışacakları taahhüdünde bulundular. Trump’ın Kosova ve Sırbistan Özel Elçisi ve 4 Eylül Cuma günü Washington’da imza edilen anlaşmanın mimarı olan Richard Grenell, bu adımların hayata geçirilecek olmasından uzun zamandır övgüyle bahsederek, bunun Belgrad ile Priştina arasındaki ekonomik normalleşmenin “belkemiğini” teşkil edeceğini söylüyordu. Grenell’e göre, Kosova ile Sırbistan arasındaki 20 yıllık mücadele, ancak ekonomik normalleşme, gençlere yönelik istihdam ve büyüyen bir ekonomi yoluyla çözülebilecektir. Bu argümana göre, ancak ekonomi gelişmeye başladıktan ve iki taraf arasında güven tesis edildikten sonra siyasi meseleler ve nihai hedef olan karşılıklı tanınma konusunda konuşmaya başlayabilirsiniz. Daha Haziran 2020’de bizzat Grenell, kendinden pek emin bir şekilde, “Sınırlar açık değilse ve iş dünyasının ekonomik bir normalleşme gerçekleştirebilmesine yönelik Priştine ile Belgrad arasında uçuşlar yoksa, nasıl olur da nihai bir anlaşma yapmaya çalışıyormuş gibi davranabilirsiniz? Bu ahmaklıktan başka bir şey değil,” demişti. Kosova’nın Sırbistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın Ekim 2019’da duyurduğu “mini-Schengen bölgesine” katılma kararlılığı bu noktada Grenell’in endişelerine hitap ediyor gibi görünüyor. Ama bununla birlikte Belgrad ile Priştine arasında uzun zamandır devam eden mücadeleyi çözme amacı güden “önce ekonomi, sonra siyaset” mantığı hatalı ve ortada öylece durup duran birtakım meselelerden kasıtlı bir şekilde sarf-ı nazar ediyor.
Kosova-Sırbistan diyaloğunu ilerletmek için Washington’ın ekonomik meselelerle ilgilendiği ve girift siyasi meseleler söz konusu olduğunda da topu Brüksel’e attığı ayrı mecralar oluşturmak hiçbir şeyi çözmeyecek ve yalnızca bölgesel istikrarsızlığı sürdürecektir.
Birincisi ve en mühimi, hem Kosova hem de Sırbistan’da (ama özellikle Kosova’da) ekonomik ilerlemenin önündeki başlıca engel, karşılıklı diplomatik tanınmanın olmayışı, hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulanması konusundaki eksiklikler ve her iki ülkenin de siyasi manzarasının belirleyici nitelikleri olan yaygın yolsuzluk ve otoriterlik. Güvenli mülkiyet hakları, tarafsız bir adalet sistemi ve bağlantılara değil, nitelik ve liyakate değer veren bir eşit şartlar ortamı olmadığı sürece uzun vadeli ciddi bir yatırım gerçekleşmesi ve beyin göçünün durdurulması mümkün değil. Bunları gerçekleştirmeye yönelik umutlar ancak evvela Kosova NATO’ya girerse ve Sırbistan da AB’ye dahil olursa artabilir, fakat bu iki gelişme de iki siyasi adımın atılmasına bağlı: ABD’nin dört NATO üyesine (Yunanistan, Romanya, Slovakya ve İspanya) Kosova’yı tanıması için baskı uygulaması ve Sırbistan’ın Kosova’nın bağımsızlığını tanıması. Yani, ekonomik normalleşmeyi getirecek şey siyasi normalleşmedir; bunun tersi değil. Daron Acemoğlu ve James Robinson’ın başyapıtları olan “Why Nations Fail?” (Ulusların Düşüşü) adlı kitapta da tartıştıkları gibi, kapsayıcı ekonomik kurumlar üreten ancak kapsayıcı siyasi kurumlardır. Kısacası, Kosova-Sırbistan anlaşmasında Trump yönetimi sebep-sonuç silsilesini tersten kurgulamış görünüyor.
İkincisi, her iki tarafın da “Gazivode/Ujmani Gölü’nü güvenilir bir su ve enerji kaynağı olarak paylaşmak” amacıyla bir fizibilite çalışması yapılması konusunda ABD Enerji Bakanlığı ile çalışma taahhüdünde bulunmuş olması, olsa olsa belirsiz bir durum teşkil ettiği gibi Kosova’nın egemenliğiyle uyumlu da değil. Gazivode/Ujmani Gölü, Kosova’nın en büyük yapay gölü ve ülkenin ana su ve enerji kaynağı. Yirmi kilometrekarelik yüzölçümünün yalnızca yüzde 22’si Sırbistan topraklarında yer alırken, Kosova’daki kısmı Sırp nüfus ağırlıklı Zubin Potok belediyesinin sınırları içinde. Bu gölü paylaşma taahhüdü, Kosova’nın Sırbistan tarafından nihai olarak tanınma amacına ancak zarar verebilir ve Priştine’nin toprak/enerji egemenliğini ihlal eder ve bu nedenle sadece sosyalist muhalefet partisi Vete-Vendosja tarafından değil Avdullah Hoti’nin kendi koalisyon ortağı, Ramuş Haradinay liderliğindeki Kosova’nın Geleceği İçin İttifak (AAK) partisi tarafından da sert bir şekilde kınandı.
Üçüncüsü, Kosova’nın “mini-Schengen bölgesine” katılma konusunda mutabık kalmasının pratikte bir anlamı bulunmuyor. Zira resmiyette “mini-Schengen bölgesi” diye bir entite yok; bu sadece kurgusal bir oluşum. “Mini-Schengen bölgesi” olarak nitelendirilen şey, (Ekim-Aralık 2019 tarihleri arasında Novi Sad, Ohri ve Durres’te toplam üç kez bir araya gelen) Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Sırbistan liderlerinin, aralarında sınırlar arası seyahat ve malların dolaşımı konusunda ifade ettikleri retorik desteğin ötesinde bir şey ifade etmiyor. Dolayısıyla, bu tür işbirliği planlarını resmileştirmek için somut adımlar atılmadığı sürece, Kosova’nın “mini-Schengen bölgesine” katılma taahhüdü, Sırbistan ile olan ekonomik ilişkilerini normalleştirmek açısından pek bir ehemmiyet taşımıyor.
Sonuncu ama son derece önemli diğer bir husus olarak zikredilmeli ki, ABD’nin Kosova ile Sırbistan arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeyi planlamasının pratik neticeleri olsa dahi, küçücük Kosova ekonomisi ile artan ticaretin Batı Balkanlar’ın egemen ekonomisi nezdinde pek bir ilgiye mazhar olup olmayacağı şüpheli. Sırbistan ile ticaretin artması, olsa olsa, halihazırda zaten bölgedeki en yüksek ticaret açığına sahip olan Kosova’nın bu açığını iyice müzmin bir hale getirecektir. Ayrıca, ilk olarak yaygın yolsuzluk sorunlarını çözmeye girişmeden ve hukukun üstünlüğünü sağlamadan, anlaşmada öngörülen ve yatırım ve kalkınma için gereken uluslararası fonlar büyük ihtimalle siyasilerin ceplerine inecek ve bu nedenle topluma yönelik hiç bir pratik fayda sağlamayacaktır.
Trump “anlaşması”
Anlaşmada, Kosova ile Sırbistan arasındaki ekonomik ilişkilerin normalleştirilmesiyle hiçbir ilgisi olmayan ve dolayısıyla bu metne dahil edilmesi saçmalık mesabesinde olan birtakım maddeler var. Her iki ülkenin de uygulamaya koymayı taahhüt ettiği bu maddelerden birkaçı şöyle: eşcinselliği suç kabul eden 69 ülkeyle birlikte çalışarak eşcinselliği suç olmaktan çıkarmak için gayret göstermak; Hizbullah’ı “bütünüyle” terör örgütü olarak tanımak ve Hizbullah’ın operasyonlarını ve finansal faaliyetlerini kısıtlamak için kendi yetki sınırları dahilinde gerekli önlemleri tam olarak uygulamak; son olarak da, Kosova ve İsrail’in birbirlerini karşılıklı olarak tanımayı kabul ettiği ve Sırbistan’ın İsrail Büyükelçiliğini 1 Temmuz 2021 tarihine kadar Kudüs’e taşımayı kabul ettiği madde var. Kosova ile İsrail arasında karşılıklı tanınmayı gerektiren madde yalnızca Kosova Başbakanı Hoti tarafından imzalanan belgede yer alırken, Sırbistan’ın İsrail’deki Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı kabul ettiği madde ise yalnızca Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç’in imzaladığı belgede yer alıyor ve bu, Hoti ve Vuçiç tarafından ayrı ayrı imzalanan iki anlaşma metni arasındaki tek temel fark.
Yukarıda belirtilen noktalarla birlikte değerlendirildiğinde görüldüğü gibi, 4 Eylül’de Oval Ofis’te imzalanan şeyin Kosova ile Sırbistan arasında ikili bir anlaşma falan olmadığı, Trump’ın ABD’de Kasım ayındaki Başkanlık seçimlerinde yeniden seçilme amacına yönelik birer karşılıklı hizmet taahhüdü olduğu daha da netleşiyor; atılan imzalar aynı zamanda ABD dış politika hedefleriyle aynı doğrultuda davranma konusunda da birer taahhüt. Nitekim, Oval Ofis’te düzenlenen yaldızlı imza töreninin ardından Trump, şöyle bir tweet attı: “Ortadoğu’yla barış konusunda muhteşem bir gün daha – nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Kosova ve İsrail ilişkileri normalleştirmeyi ve diplomatik ilişkiler kurmayı kabul ettiler. Helal size! [Bunu] yakında daha fazla İslam ve Arap ulusu takip edecek!” Bu tweet, saçmalık hudutlarında dolaşmanın ötesinde, aynı zamanda, Kosova’nın İslam veya Arap ülkesi olduğuna hemen itiraz ederek kesinlikle Avrupalı ve laik bir ülke olduğunu söyleyen sosyalist muhalefet partisi Vete-Vendosja ve Kosova’daki diğer İslamofobik grupları kızdırdı.
Bu hareket, Kosova’nın (Kosova’nın bağımsızlık davasını çeşitli uluslararası forumlarda sürekli olarak savunan) Türkiye ile ve en önemlisi AB ile olan ilişkilerine zarar verebilir. Türk Dışişleri Bakanlığı yazılı bir açıklama yaparak, Kosova’nın İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’te açma konusunda potansiyel olarak alabileceği karar konusunda “ciddi endişe” ifade etti ve Kosova liderliğini, Kosova’nın gelecekte diğer devletler tarafından tanınmasına engel teşkil edecek eylemlerden kaçınmaya çağırdı. Benzer şekilde Brüksel, Sırbistan ve Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilikler açma kararının “büyük endişe ve esef kaynağı bir mesele” teşkil ettiğini belirtti ve her iki ülkeyi de dış politika tutumlarını, İsrail-Filistin meselesine dair ortak AB tutumuyla uyumlu hale getirmeye çağırdı. Günün sonunda, Kosova ve Sırbistan’ın İsrail ile ilişkilerine dair iki madde Kosova’ya bir şekilde ek bir tanınma kazandırmasına karşın, anlaşmanın geri kalanında da olduğu üzere, Belgrad ile Priştine arasında bağlayıcı bir taahhüt oluşturmuyor. Gerçekten de Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç’e yakın kaynaklar, şimdiden, İsrail’in Kosova’yı tanıması halinde Sırbistan’ın Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayacağını iddia ettiler.
İleride ne var?
Sonuç olarak, 4 Eylül’de Oval Ofis’te imzalanan şey açıkça Trump’ın yeniden seçim amaçlarına hizmet etmeye matuf kısa vadeli bir hedefe sahip ve Beyaz Saray’ın Kosova-Sırbistan diyaloğunu ilerletme yönünde uzun vadeli yahut herhangi bir taahhüdünü yansıtmıyor. Trump yönetimi anlaşmayı “tarihi mahiyette” ve “büyük bir atılım” olarak müjdeledi; fakat gerçekleşen şey hakikatte ne tarihi mahiyette ne de bir atılım. “Anlaşma” hatalı bir mantığa dayanıyor ve Kasım ayındaki seçimlerden sonra -seçim sonuçlarından bağımsız olarak- pek bir ehemmiyeti kalmamış olacak. Washington, Kosova-Sırbistan diyaloğunu ilerletmeye gerçekten kararlıysa, AB ile yakın koordinasyon içinde çalışmalı ve -Johns Hopkins Üniversite’sinden Balkanlar konusunda dış politika uzmanı olan Edward Joseph’in çok kısa ve öz bir şekilde ifade ettiği gibi- Kosova’yı tanımayan dört NATO ve AB üyesine (Yunanistan, Romanya, Slovakya ve İspanya) bunu gerçekleştirmesi için baskı yapmalı. Böyle bir hareket (Priştine için BM üyeliğinin Güvenlik Konseyi’ndeki Çin ve Rus vetoları nedeniyle mümkün olmadığı göz önüne alındığında) Kosova’nın NATO üyeliğinin yolunu açar, şu anda çok ağırlıklı bir şekilde Belgrad tarafına meyilli olan müzakere sahasının eşit şartlara kavuşturulmasını ve Belgrad’la artık böyle bir ortamda müzakere yürütülmesini sağlar ve nihayetinde iki komşu arasında kapsamlı bir siyasi anlaşmanın önünü açar.
Kosova-Sırbistan diyaloğunu ilerletmek için (Richard Grenell’in son iki yıldır yaptığı gibi), Washington’ın ekonomik meselelerle ilgilendiği ve girift siyasi meseleler söz konusu olduğunda da topu Brüksel’e attığı ayrı mecralar oluşturmak hiçbir şeyi çözmeyecek ve yalnızca bölgesel istikrarsızlığı sürdürecektir. Albin Kurti’nin reformcu koalisyon hükümetinin Kosova’daki Kovid-19 salgınının devam ettiği bir sırada (Mart 2020) dışarıdan müdahale ile devrilmesi, Sırbistan’ın tam teşekküllü bir otoriter devlete dönüşümü ve Washington ve Brüksel’in Kosova ekseninde birbirleriyle ilgili menfi duyguları, Balkanlar’da atılan tek taraflı dış politika adımlarının felaket niteliğinde sonuçlara yol açabildiğine dair birer hatırlatıcı vazifesi görmelidir.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
[Dr. İdlir Lika bölgesel olarak Balkan/Güneydoğu Avrupa ülkelerine odaklanan, karşılaştırmalı etnik köken ve milliyetçilik siyaseti uzmanıdır. Doktora derecesini Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden aldı. Makaleleri Mediterranean Politics gibi önde gelen alan çalışmaları dergilerinde yayınlanmıştır]